İlahi muhabbet nedir? Hakîkî ve mecâzî muhabbet kime veya neye duyulur?
Mevlânâ Hazretleri buyurur:
“İnsaf et; aşk güzel (bir âb-ı hayat)tır. Onu zedeleyen (ona zehir serpen) ise senin (nefsânî ve) kötü huylarındır. Sen, şehvete aşk adını koymuşsun. Âh bir bilsen, şehvetle aşk arasında ne uzun bir mesâfe var!”
“İlâhî aşk ve vecd, müʼmini uyanık tutar. Dünyevî ve şehevî aşklar ise insanı ahmak ve sersem eder…”
Muhabbetin menşei, Cenâb-ı Hakʼtır. O, yarattığı her insanın kalbine ilâhî muhabbetin tohumunu atmıştır. Müʼminin Hakkʼa vuslat yolculuğunda en mühim vâsıtası, yaratılışından gelen bu muhabbet istîdâdıdır.
HAKİKİ VE MECAZİ MUHABBET
Fakat muhabbetin hakîkîsi ve mecâzîsi vardır. Hakîkîsi, Allah muhabbeti; mecâzîsi ise, Allahʼtan gayrısına duyulan muhabbettir. Esâsen rızâ-yı ilâhî ölçüleri içinde yaşanan mecâzî muhabbetler de hakîkî muhabbete bir basamaktır. Yeter ki mecâzî muhabbetler, kalp için son durak olmasın! Asıl tehlike; lâyık olmayana muhabbet duymaktır. Zira her insan, hayatta muhabbet duyduğu varlığın buna liyâkati nisbetinde bir seviye kazanır.
Bu sebeple muhabbet temâyülünü, yanlış adreslerde ziyan etmekten titizlikle sakınmak gerekir. Zira lâyıkını bulamayan muhabbetler, hayatın en hazin israflarıdır. Nefsânî menfaatlerin kıskacında sıkışıp kalan muhabbetler, kaldırım kenarında açan çiçeklere benzer ki, er ya da geç ayaklar altında çiğnenmeye mahkûmdur. Çöp tenekesine düşmüş bir pırlanta ne kadar tâlihsizdir! Liyâkatsiz bir elin haksız malı olmak, ne hazin bir ziyanlıktır!
İLAHİ MUHABBET
Muhabbet sermâyesini, ona en lâyık olan Allah Teâlâʼya hasredebilen bir kul, başta Cenâb-ı Hakk’ı ve O’na yakınlığı nisbetinde her varlığı gönlündeki muhabbet dairesinin içine alır. Bu keyfiyet Yûnus Emre’nin; “Yaratılanı hoş gör, Yaratanʼdan ötürü” ifadesinde olduğu gibi, sıfat ve mâhiyeti ne olursa olsun, Yaratan’ı hürmetine bütün mahlûkâtı, muhabbet ve merhametle kucaklayabilme hâlidir.
Hak dostları, kalplerindeki ilâhî aşk ve muhabbet tohumunu yeşerterek onu âdeta meyveli bir ağaç hâline getirmiş kimselerdir. Bu sebeple dâimâ Yaratanʼdan ötürü yaratılanlara ikram hâlinde yaşarlar. Cenâb-ı Hak ile dostluk, onları bütün mahlûkat ile dost kılar.
İsmail Atâ Hazretleri, bu dostluğun tezâhürünü ne güzel ifade eder:
“Sen güneşte gölge, soğukta kaftan, açlıkta ekmek ol.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlana, Erkam Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder